2 Ocak 2008 Çarşamba

ORTAOYUNU

B1) ORTA OYUNU NASIL ORTAYA ÇIKTI ?

Ortaoyunu, perde arkasında derinden görüntülerle oynanan Karagöz'e karşın, canlı oyuncularla oynanırdı. Karagöz'den çok ayrı olmak*la birlikte, havası, kişileri, oyun dağarcığı, güldürme yöntemleri, kuruluşu bakımından bu iki oyun arasında öylesine bir yakınlık vardır ki, ikisi aynı zamanda çıkamayacağına göre, birinin ötekinden çıktığına inanmak zorunda kalırız. Ancak, hangisinin önce geldiğine karar ver*mek güçtür. Türklerin Karagöz, kukla gibi cansız, meddah gibi tek an*latıcılı sözlü seyirlik oyunları yanında canlı oyuncularla oynanan en belli başlı geleneksel tiyatrosu olan Ortaoyunu üzerine pek çok inceleme yayınlandığı halde, gene de bu tiyatro türü üzerine karanlık kalmış, çözülememiş pek çok nokta buluruz.Bunların başında Ortaoyununun eskiliği geliyor. Bu konuda incele*meler yapanlar çağlar boyunca rastlanan, canlı oyuncularla yapılan söz*lü temsillerden çok, Ortaoyunu terimine ilk rastladıkları tarihi temel alıyor.Eski yüzyıllarda Osmanlılarda dramatik türden oyunlar olduğunu çeşitli kaynaklardan biliyoruz. Daha I. Bayezid (hük. 1389-1402) çağında sarayda çalgıcı, dansçı, şarkıcı takımlarının yanı sıra taklitçi oyuncula*rın (mimus oyuncuları) bulunduğunu o çağdaki bir kaynaktan öğreni*yoruz. Çengi'nin "çeng çalan, dansçı" gibi anlamları yanında "komed*ya oyuncusu" anlamına geldiğini eski sözlükler bildirmektedir. Nitekim eskiden çengiler, köçekler, curcunabazlar danslarının yanı sıra dramatik türden, konulu, taklitli oyunlar çıkarlardı. Bunun gibi genel şenlik*lerde düzen bağını koruyan ve bir çeşit polis görevi yanında çeşitli gül*dürücü gösteriler yapan tutumcular ve cin-askeri denilen soytarılar var*dı. Ortaoyunu'nun Karagöz'e benzeyişine de gene eski kaynaklardan kanıtlar buluyoruz. Eski şenlikleri anlatan sürnamelerdeki minyatürler*de, tıpkı Karagöz ve kukla oyunundaki görüntüler gibi giyinmiş soyta*rılar, taklitçiler bu ikisi arasındaki bağlantıya tanıklık etmektedir. Bu minyatürlerin yanı sıra metinlerde de bu oyuncuların bu türlü giyindik*leri doğrulanmaktadır. Örneğin 1675 yılında Edirne'de yapılan şenliği anlatan Abdi sürnamesinden şu satırları alalım: Ve şeb-külah berser kukla kiyafetlu sübyan ile baziceler gösterüb pûşide-i perde-i hayalbaz*dan hoş-nüma-ter eylediler. Bunun gibi 1720 yılında İstanbul'da düzen*lenen şenliği gösteren ve Topkapı'da bulunan iki minyatürlü sürnamedeki iki resmi dikkatle incelenecek olursa, bunların kolaylıkla Ortaoyunu'nun ilk başlarındaki biçimi olduğu anlaşılır. Nitekim, birinci minyatürde bir salın üzerinde bir yanda zurna, def ve çiftenara çalan bir çalgıcı takımı görülür. Bu çalgıcılar Ortaoyunu'nun da eşlik müziğidir. Minyatürün karşı yanında ise öteki oyunculardan belirli bir biçimde ayrılmış ve herkesin ilgiyle dinlediği iki kişi vardır. Bunlardan birisi başındaki ka*vukla kolayca Kavuklu, öteki de Pişekar'ın karşılığı olabilir. Resmin or*tasında ise beş oyuncuyla bir de zenne bulunmaktadır. İkinci minyatür ise gene bir sal üzerinde bir oyundan bir sahneyi gösterir. Bir yanda ge*ne bir çalgıcılar takımı vardır. Ayrıca değişik kılıklarda dans eder gibi duran beş oyuncuyla tıpkı Tuluat tiyatrosunun baş kişisi İbiş'e benze*yen, ayağında takunya, eteklerini beline toplamış, başında külah, yü*zünde maske ve takma sakal bulunan bir soytarı öteki oyuncuların üzerini süpürmektedir. Bunların dramatik türden oyunlar, olmakla birlikte söyleşmeli oyunlar olup olmadıkları kesin değildir. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 )Gezgin Thevenot, IV. Mehmet'in bir oğlu doğması dolayısıyla (1663) Halep'te yapılan ve yedi gün yedi gece süren bir şenlikte gördüğü temsili "Türk komedyası" [comedie a la Turque] başlığı altında ele alır; Yahudi çalgıcı ve şarkıcıların müziğine uyarak oynayan Yahudi bale oyuncularını anlattıktan sonra yine Yahudi oyuncuların dramatik oyunlar gösterdik*lerini açıklar. İngiliz gezgini Dr. Covel, IV. Mehmet'in büyük oğlu şehzade Mus*tafa'nın Edirne'de yapılan ve on beş gün on beş gece süren sünnet düğününü (1675) anlatırken, dansçılardan sonra ortaya "aktörler" [actors] çıktığını ve bir çok oyunlar oynadıklarını belirtir.XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde yayınlanmış Latince bir kitapta, Hollanda elçisinin davetinde verilen bir temsili "Türk komedyası" [comoe*dia Turcica] başlığı altında anlatan yazar, "temsil hemen hemen musiki danslardan meydana gelmişti, konuşma pek azdı" der, çeşitli oyunların yanı sıra oynanan bir "Geyik oyunu"nda "üç oyuncunun birbirleriyle konuşarak ve tartışarak tiyatroda [oyun meydanında] dolaştıklarını"; aldatılmış kocayı temsil eden geyik kılığına girmiş bir oyuncunun başındaki büyük boynuzlarla çocuklara vurarak, elleri ayaklarıyla taklitler yaparak dans ettiğini; sözü geçen üç oyuncudan birinin geyiği durmadan kovala*dığını, ona eziyet ettiğini, sonunda başına bir sopa vurarak yere serdiğini, üçüncü oyuncunun yardıma koşup dua ve yakarma ile geyiğin ruhunu geri çağırıp onu kurtardığını anlatır. Bunun da, araya konuşma karıştırılmış bir bale-pandomim olduğu seziliyor. (Nitekim, XIX. yüzyılın ortalarına doğru Türkiye üzerine yazıları bir eserde, birinci elden tanık, olmamakla birlikte, tanıkların görgülerinden yararlanılarak verilen bilgide, 1582 şenliğinde de "pantomimler" [pantomimes] oynandığı belirtilmiştir. Uzun süre Türkiye'de kalan Macar asıllı topçu subayı Baron de Tott, III. Mustafa (hük. 1757- 1774)'nın kızı Hibetullah Sultanın doğumu dolayısıyla yapılan şenlikte (1758), Büyükdere'de Murat Molla'nın düzenlediği bir temsili anlatırken, ip cambazlarının ve dansçıların gösterilerinden sonra Yahudi aktörlerin oynadığı bir komedyayı anlatır.Fransız elçisi Thouvenel de, Abdülmecit (hük. 1839 - 1861) 'in çocuk*larının sünneti dolayısıyla Dolmabahçe sırtlarında düzenlenen şenlikte seyrettiği bir "Türk komedyası"nı anlatır. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda, kimi yabancı tanıklar, güreş, dans, vb. gibi gösteriler arasında oynanan kısa komedyalar için "fars" [farce] terimini kullanmışlardır: Fransa kralı XV. Louis'nin çocuğunun doğumu dolayısıyla İstanbul'da Fransız elçisi Marquis de Villeneuve'ün düzenlediği üç gün süren şenliğe (1730) sarayın oyuncu takımından [troupe des comediens] kırk beş kişi katılmış, akşamın geç saatlerine kadar Türk dansları ve "farsları" seyredilmiş, şenliğin üçüncü günü de açık havada danslarla birlikte oyun*lar oynanmış. Ortaoyununda ayrı ayrı etkileri bulunan bütün bu öğeleri gördükten sonra, adı geçen oyunun ne zaman ve nasıl doğduğu üzerinde durabiliriz. Ortaoyununun doğuşu konusunda çeşitli söylentiler vardır: Oyuncular arasındaki bir söylentiye göre, ortaoyunu, Kanuni Sultan Süleyman (hük. 1520- 1566) devrinde Süleymaniye'deki tımarhanede, akıl hastalarını sağıtmak için oynanan oyunlardan çıkmıştır. Bu söylen*tinin bir başka çeşitlemesinde ise, ortaoyunu ilk olarak III. Selim (hük. 1789- 1807) zamanında, tımarhanede oynanmıştır. İncelemeciler, Süleymaniye vakfiyesinde ve başka kaynaklarda bu söylentileri doğrulayacak herhangi bir kayıt bulunmadığını yazmışlardır. Ayıca, bir "meydan-i sühan" [= söz meydanı] olan ortaoyununda karşı karşıya gelen sanatçı*ların güzel sözler, nükteler, cinaslar, hazır-cevaplıklarla seyircileri eğlendirdikleri ve dili inceleştirip zarifleştirdikleri ileriye sürülerek, bütün bu inceliklerin tımarhanede oturanlar için icat edilmiş olamayacağını belirttikten başka, "Gürültü yapmakla mükellef olan, saza ayak uydurarak raks eden curcuna-bazların bittabi ortaoyuncusu sayılamayacakları" ileriye sürülmüştür.Batılı incelemeciler, Türk geleneksel tiyatrosu üzerinde "commedia dell'arte"nin etkisini de işaret etmişlerdir. "Commedia dell'arte"nin doğrudan doğruya ortaoyununa etkisi üzerinde Adolphe Thalasso önemle durmuş, Türk'lerin Venedik ve Cenevizlilerle uzun süren ilişkilerinin bu etkiyi doğurduğunu söylemiştir; bu yazıyı kaynak olarak alan Kunos, "Türk'lerin bilincinde bugün hala Ceneviz kültürünün yaşadığını, bunun da yukarıdaki iddiaya kanıt oldu*ğunu" söyledikten sonra, "commedia dell'arte"nin dört temel kişisi "Ar*lecchino, Pantalone, Scarramucchio, Colombina" ile ortaoyununun 'Pişe*kar, Kavuklu, Sevgili [= Çelebi ?], Zenne" tipleri arasındaki benzerliğe işaret etmiştir.Bu görüş, Batıda zamanımıza kadar sürüp gelmiş; nite*kim Martinovitch de, commedia dell'arte ile ortaoyunu arasındaki kişi ve olay benzerlikleri. üzerinde durduktan sonra, bu etkinin Venedik ve Cene*viz'liler yoluyla geldiğini tekrarlamıştır. Kunos, ayrıca, ortaoyununda oyun yerinin biçiminin, oyun sırasında oyuncuların bir daire içinde sık sık yer değiştirmelerinin Batılı kökene dayandığını söylemiştir. Sonra, "ortaoyunu"ndaki orta sözcüğü ile, "commedia del'arte"deki arte sözcüğü arasındaki benzerliğin "bir tesadüf olmadığı" üzerinde durmuştur. Bu benzerliğe Metin And da işaret etmiştir. Nitekim, ortaoyunu terim*lerinden olan "palanga" [= meydan]nın İtalyanca "palanca", ya da İspanyolca "palanque"den gelebileceği; Pişekar'ın kullandığı "pastal" [= pastav, şakşak]ın commedia dell'arte kişilerinden Arlecchino'nun kullandığı tahta kılıç [= coltelli di legno] ya da şakşak [= batocio]dan gelme olduğu ileriye sürülmüş; bunun gibi, ortaoyunu kişilerinden sarhoş'a verilen "Matiz" adının Latince "madidus" [= yaş, ayyaş] sözünden gelebileceği üzerinde durulmuş; tiyatro ile ilgili "tiyatro" [ = teatro], kumpanya" [= compagnia], "prova" [= prova], "palyaço" [= pag*liacco] vb. gibi terimlerin -daha sonraki dönemde de olsa- İtalyanca'dan geldiğine, yani böyle bir gelenek bulunduğuna işaret edilmiştir. (Cevdet Kudret, Ortaoyunu, İstanbul 1998 )Yahudilerin de Or*taoyunu'na katkısı büyüktür ve birçok seyirlik oyunu, onlar İspanya'dan ve Portekiz'den getirmişlerdir. İspanya'da bir perdelik oyunlara auto de*niliyordu. Auto terimi daha çok dinsel ve öğrenek oyunları için kulla*nılmış olmakla birlikte, yaygın bir terim olarak her türlü kısa, sözlü oyun için kullanılıyordu. Olabilir ki Yahudiler, Türkiye'de çeşitli ör*neklerle gösterdiğimiz oyunlarına Auto Oyunu diyorlardı, bu da Türkler*ce benimsenip Ortaoyunu'na çevrilmiş olabilir. (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 )Gerek yabancı, gerek yerli yazarların sözünü ettiği oyunların kişileri genellikle birer "karakter" niteliğini göstermektedir; bu oyunlarda, çoklukla, olmuş bir olayın belli kişileri gülünçleştirilerek taklit edilmiştir; yani, meydanda "soyut" değil, "somut" kişiler ve olaylar gösterilmiştir. Sözgelimi, Anadolu Selçuklu sarayında Bizans İmparatoru I. Aleksios'un taklidi yapılmış; Evliya Çelebi'nin anlattığı mukallitlerden Çöğürcü Sarı Çelebi, "Tiryaki Ağa-zade tütün içerken Sultan Murad-ı Rabiin basdığı taklidini yapar"mış; savaş oyunlarında, zaman zaman, belli kalelerin ve adaların alınışı gösterilmiş; böylece, gerek olaylar, gerek kişiler çoklukla gerçek hayattan alınmıştır. İlerde göreceğimiz üzere, ortaoyunu kişileri ise birer "karakter" değil, birer "tip"tir. Orada belli kişiler yerine belli tipler (Arnavut, Laz, Yahudi, Rum, sarhoş, abdal, vb.) gösterilir; söz*gelimi, "Tiryaki Ağa-zade" değil, sadece "Tiryaki" tipi ele alınır. Belli olaylar ve kişiler meydana çıkarıldığı zaman dahi, o kişiler "tipleştirilerek" gösterilir. Bu bakımdan, Selçuklu ve Osmanlı toplumlarında varlığını öğrendiğimiz dramatik oyunları -Fuat Köprülü'nün iddiasının tersine- ortaoyunu sayamayız, Ne var ki, yukarıda bir kere daha değindiğimiz üzere, Osmanlı-Türk toplumundaki çeşitli eğlencelerde görülen birtakım öğelerin ve özelliklerin uzun bir zaman süresi içinde gelişerek, değişerek, birbirini etkileyerek ve birbirine eklenerek, sonradan "ortaoyunu" [= mey*'dan oyunu, zuhuri] adını alan oyun türünü meydana getirdikleri anlaşı*lıyor. Bunun, klasik biçimini -henüz "ortaoyunu" adıyla anılmamakla birlikte- XVIII. yüzyılda almağa başladığını gösteren belirtiler vardır:Tarih-i Raşid'de, II. Mustafa (hük. 1695- 1703)'nın tahttan indiril*mesiyle sonuçlanan 1115 [= 1703] ayaklanması anlatılırken, ayaklanan Ye*niçerilerin, kendileriyle birlikte olmalarını istedikleri a'yan ve ulemanın gelmelerini sağlamak üzere, İstanbul Kadısı El-Seyyid Mahmud Efendi'ye zorla "mürasele" [= kadıların yazdığı resmi mektup] yazdırmaları anlatılırken, Yazıcı Oyunu'nun adı anılır. İlkin, Batıda Georg Jacob'un, Türkiye'de de Ahmet Rasim ve Fuat Köprülü'nün değindiği bu bel*gede söz konusu edilen Yazıcı Oyunu'nun ortaoyunu mu, yoksa karagöz oyunu mu olduğu açıkça belirtilmemiştir. Bu, eğer ortaoyunu ise, o zaman, -Ahmet Rasim'in söylediği gibi- ortaoyununun "yalnız 1115 tarihinde değil, belki ondan evvel oynanmış olduğu (...) uzaktan uzağa kestirilebilir".IX. yüzyılda ise, oyunun yapısı, tipleri, konulan bakımından kesin biçimini aldığı ve açıkça ortaoyunu diye anıldığı görülüyor. Saray dışındaki kol takımları örnek alınarak, II. Mahmut (hük. 1808-1839) devrinde sarayda da bir "kol takımı" kurulduğunu, Hafız Hızır İlyas'ın eserinden öğreniyoruz. Yazarın, "Osmanlı Ali" diye anılan bir oyuncuyu anlatırken cümle arasında söylediği bir sözden anlaşıldığına göre, adı geçen takım 1240 [= 1824] yılında kurulmuştur; 1241 yılındaki bir eğlenti anlatılırken de, oyuna çıkan kol takımının "evvelce tanzim olunduğu" belirtilmiştir. Söz konusu tarihten önce sarayda oyun gösteren kol takımlarının ise dışar*dan getirildiği anlaşılıyor. Ne var ki, sarayda kol takımı kurulmadan da birtakım mukallidlerin var olduğunu, hatta kimi zaman bunların birtakım oyunlar çıkardıklarını yine Hafız Hızır İlyas'ın eserinden öğreniyoruz. Bu arada, ortaoyunu tipleri de ilk olarak anılmaktadır: Kolbaşı ya da Kol-başı taslağı [ = Pişekar], pişekar-i hilekar [=burada: hileci iş arkadaşı, Kavuklu], Zenne, Türk, Yahudi, Ermeni, Ecnebi [Frenk]. Ayrıca, ortaoyu*nunda kullanılan başlıca Metlerden biri olan pastal [ =pastav, şakşak]'ın adı da yine ilk olarak burada geçmektedir. Eserde, saraya dışardan getirilen kol takımlarıyla sarayda kurulan kol takımı üzerine yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde bir kol oyunu [=ortaoyunu]nun biçimi ve bölümleri şöyledir: Meydana ilkin rakkaslar çıkmakta, daha sonra kol takımının bütün oyuncuları def ve zurna eşliğin*de curcuna tepmekte, bundan sonra takımın iki baş oyuncusu [Pişekar, Kavuklu] karşılıklı "cinaslı sözler"le "söyleşmekte" [=Muhavere]; ar*kadan, yukarda adı geçen taklitlerin katılmasıyla "hazırladıkları oyunu itmama cümlesi ikdam etmekte", yani bir olay canlandırılmaktadır [= Fasıl]. Böylece, musiki, raks, muhavere, taklit ve dramatik temsilin birleş*mesiyle ortaoyununun klasik biçimini almış olduğu görülüyor.Ortaoyununun en parlak devrinin Tanzimat, özellikle Abdülaziz çağı olduğunu yukarıda söylemiştik. Bir talihsizlik eseri olarak, Batı yo*lundaki tiyatro da Türkiye'de o devirde yerleşip rağbet görmeğe başlamış (sözgelimi, sürekli Türkçe oyunlar oynamak üzere kurulan Güllü Agob'un, "Osmanlı Tiyatrosu" 1868 yılında açılmış); böylece, ortaoyununun en parlak devri aynı zamanda gerileme devri olmuştur. Bu dönemde, İstanbul'da belli-başlı oyun kolları Han Kolu, Zuhuri Kolu, Kirli Kol, Yoran Kolu, Çifte Kanburlar Kolu, Süpürge Kolu, vb. idi. 1874 sıralarında İstanbul'da en az 8 kol ve 500 kadar oyuncu vardı. Kol içindeki sanatçıların kazançtan "pay" almaları da belli kurallara bağlıydı. Bir incelemecinin verdiği bilgiye göre, Kavuklu 3, Pişekar 2.5, Lenne 2 ya da 1.5, ötekiler 1.5 ya da 0.5 pay alırlardı.Özellikle yaz aylarında, çeşitli gezme yerlerinde, açık havada oynanan ortaoyunu, belli bir binada sürekli temsiller veren ve halkça tutulmaya başlayan Batı yolundaki tiyatro ile rekabet edebilmek için bir süre sonra, ister istemez onun gibi belli bir binada ve perdeli bir sahnede oyunlar gösterme yoluna da girmiştir. Buna "perdeli ortaoyunu", "perdeli zuhuri kolu" gibi adlar verilmiştir. Ortaoyuncular arasında perdeli ve sahneli tiyatroyu ilkin Kavuklu Hamdi kurmuştur (1293 [= 1876]); Aksaray'da kurulan bu tiyatronun adı "Hayalhane-i Qsmani Kumpanyası"dır. Daha sonra bu yolda "Eğlencehane-i Osmani Kumpanyası", "Handehane-i Osmanlı Kumpanyası", "Meserrethane-i Osmani Kumpanyası", "Tema*şahane-i Osmanlı Kumpanyası" vb. adlarıyla birçok tiyatro kumpanyaları kurulmuştur. Bu arada, ortaoyununun yapısında da birtakım değişiklikler yapılarak, kimi oyunlar piyes haline getirilmiş, fakat yine "tuluat" olarak oynanmıştır. Bunlardan, Yazıcı oyununun Kaba Adam adıyla, Ters Evlenme oyununun da hem kendi adıyla hem de Sakallı Gelin adıyla "komedya" kılığına sokulduğunu Ahmet Rasim ve Pişekar Küçük İsmail'in tanıklığından öğreniyoruz. (Cevdet Kudret, Ortaoyunu I, İstanbul 1998 )

Hiç yorum yok: